Bir Askeri Merkez Olarak Osmanlı Döneminde İstanbul

İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nin dijital platformlarda düzenlediği Darülfünûn Dersleri’nin sekizincisi 8 Mayıs Cuma günü gerçekleştirildi. Bir Askeri Merkez Olarak Osmanlı İstanbul’u başlığı altında İÜ Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Yakınçağ Tarihi Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Mahir Aydın ve İÜ Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Yakınçağ Tarihi Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Gültekin Yıldız önemli bilgiler verdiler. Programın moderatörlüğünü İÜ Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Yakınçağ Tarihi Ana Bilim Dalı Dr. Öğr. Üyesi Mustafa Tanrıverdi gerçekleştirdi. 

Açılış konuşmasına başlayan Prof. Dr. Mahir Aydın, İstanbul’un yalnızca bir merkez değil, iki kıta üzerinde Şehirler Kraliçesi olduğunu ve yeryüzünün gerçek anlamda tek şehri olduğunu belirterek sözlerine şöyle devam etti: “Askeri merkez olmak, savunma ya da fetih, kâr amacı gütmeyen, güçlü olmayı gerektiren, güvenliği sağlayan bir sektördür. Ticari anlayış söz konusu değildir. Adeta bütün zeminin, platformun sağlığı, güvenliğidir. İstanbul bu bağlamda üç sembolle ifade edilebilir: Karar merkezi, Kurumlar merkezi, katkılar merkezidir. Askeri alana destek sağlamaktadır. Ancak bunu da yaklaşık 470 yıllık gibi uzun bir sürede ele alacak olursak; yalnızca bir değerlendirmeyle değil, ilerleme döneminde ayrı, duraklama döneminde ayrı ve çöküş döneminde ayrı değerlendirmek gerekir”

İmparatorluk döneminde İstanbul’un siyasi, iktisadi, entelektüel, askeri bir merkez olduğunu söyleyen Doç. Dr. Gültekin Yıldız, “Bu yönünün birkaç boyutu vardır. Bir tanesi 1826’ ya kadar II. Mahmut’un yeni düzenli orduyu kurduğu veya III. Selim’e kadar getirebiliriz. İkincisi de günümüz İstanbul’una da damgasını vurmuş olan askeri yenileşmedir. Klasik Dönem olarak adlandırılan İstanbul Fethi’nden sonra şunu görmekteyiz. O zamanki merkez ordusunun esas görevi padişah ve sarayı korumaktır” dedi. 

Reformların ve Modernleşmenin İstanbul’a Askeri Bağlamda Etkileri

Gıdanın insanın, malzemenin, her şeyin en iyisinin sürekli olarak İstanbul’ a aktığını belirten Doç. Dr. Yıldız, İstanbul’un tam anlamıyla bir payitaht olduğunu, 19. Yüzyılla beraber yerel unsurlar, idari ve mali yönetimin yerinden yapılabilir hale geldiğini ifade etmiştir. Doç. Dr. Yıldız, sözlerine şöyle devam etti: “Daha önceki yüzyıllarda, padişahla beraber sadrazam da sefere gidiyordu. Hatta saraydaki bürokratik kayıtlarda sefere götürülüyordu. Tam anlamıyla komuta kontrol merkezi harekât bölgesine intikal ediyordu. 19. Yüzyılla, artık padişah ve onun kurmayları sefere gitmiyor, telgraf ve demiryolu sayesinde seferi yönetebiliyorlar. İkincisi askeri olarak batılılaşmamızdır. Yani bu üniformadan, askeri müzikten başlıyor özellikle mimari ile kendini gösteriyor. Dolayısıyla İstanbul’un klasik mimarisinde, camiler ve saraylar ön plana çıkmaktadır”

Osmanlı Devleti’nin Tuna boyundaki kalelerinin savunma tekniği anlamında elverişli olmadığını dile getiren Prof. Dr. Aydın, Karadeniz’i Osmanlı’nın 1703 yılında Rusya ile paylaşmak zorunda kaldığını, bu durumun İstanbul’un güvenliğini tehlikeye düşürdüğünü belirtti. 

Osmanlı Dönemindeki Yedikule Zindanları 

19. yüzyılda şehirlerin genişlemesiyle yapılan hapishanelerin bu yüzyıldan önce yerine müstahkem yerlerin kullanıldığını söyleyen Doç. Dr. Yıldız, “Kişilerin infaz öncesi veya borçlu bir kişiyse bir süreliğine kapatıldığı zindanlar ya da Yedikule gibi İstanbul’un fetih döneminde yapılmış olan önemli hisarlar kullanılmıştır. Sonradan şehir sınırları çok daha büyüyünce bu yapılar daha az kullanılır noktaya gelince hapishaneler yapılmıştır” dedi. 

Sözlerine şöyle devam etti: “18. Yüzyılın sonuna kadar bugünkü diplomatik kurallar işlemiyordu. Yani bugün bir ülke harbe girdiği zaman veya bir krize girdiği zaman o ülkenin elçisinin sınırlarınızı terk etmesini istediğinizde gidiyor. O tarihte, Osmanlı bir harbe girdiğinde Rus elçisi bir tür zorunlu misafir olarak Yedikule’nin içinde tutuluyor. Bir diğer grup olan infazı beklenen sadrazamlar, vezirler gibi üst düzey devlet adamları iki- üç ay Yedikule de tutuluyor ve ardından infazları gerçekleşiyordu”

Yedikule’nin bulunduğu yerin öteki adının Et Meydanı olduğunu ifade eden Prof. Dr. Aydın, “Sultanahmet Meydanı nasıl At Meydanı ise; bugün Aksaray diye bilgimiz yer Et Meydanı’’dır. Çünkü orada mezbaha vardır. İstanbul’un eski yeni saraylarının, tophanenin yıllık et ihtiyacı 720 bin idi. Hayvanları ahırlarda besleyerek gerektiği zaman orada kesiyorlardı. Dağıtım burada yapıldığı için bu adı almıştır” dedi. 

“İstanbul’da hem Genelkurmay Başkanlığı Hem de Harbiye Nezareti Bulunmaktadır”

1843’te II. Mahmut döneminde kurulan ordunun, önce Dersaadet sonra Hassa daha sonra da İstanbul Ordusu adını aldığını belirten Doç. Dr. Yıldız, dolayısıyla bir ordu komutanlığının var olduğunu ve aynı zamanda İstanbul ve Çanakkale Cephesi’ne mühimmat üretmek için Ataköy’e bir lojistik merkezi kurulduğunu ve başına Alman bir kimyagerin getirildiğini sözlerine ekledi. 

“Savaş zamanında pek çok cami, okul binası hastaneye çevriliyor. Cepheden gelen yaralı askerler bu yerlerde tedavi ediliyorlar. Dolayısıyla topyekûn harp döneminde İstanbul hem Genelkurmay Başkanlığı hem Harbiye Nezareti’nin bulunduğu ve aynı zamanda cephe gerisi hizmetlerin yapıldığı bir pozisyondadır. Ciddi anlamda yapılan çalışmalarda da görüyoruz ki özellikle kadınların bu dört sene boyunca çok fazla etkilendiğidir. Onlara bakacak olan erkek nüfusun olmaması ve kıtlık yaşamaları, kadınların toplumsal hayatta katılmasını ve kamusal alana çıkmasını sağlaması açısından savaşın böyle bir yönü de vardır”

Yeniçeri Ocağı 

Yeniçeri Ocağı’nın saray başta olmak üzere Osmanlı hanedanını dışarıdan gelen siyasi etkilere karşı koruyan bir bariyer olduğunu söyleyen Prof. Dr. Aydın, “İstanbul’da Hacı Bektaşi Veli’nin önderliğinde kurulan Yeniçeri Ocağı, askeri sayısı az olan teknik bir sınıftır. Osmanlı ordusunun asıl kütlesini Yeniçeri Ocağı oluşturmaz. Onların sayıları en çok 120 bine kadar çıkabilir. İstanbul’da o dönemde toplanma alanları vardır. Bunlara sahra denir. Avrupa Yakası’nda Davutpaşa Sahrası, Anadolu Yakası’nda ise; Üsküdar Sahrası vardır. Üsküdar Sahrası, şehir karıştığı için sonra onun yerini yeni sahra dediğimiz Sahray-ı Cedid almıştır. Osmanlı ordusunun asıl ağırlığını Tımarlı Sipahiler oluşturur. Tımar sistemi bozulduğu için askerlik sistemi de bozulmuştur. Bu bakımdan Yeniçeri Ocağı’ndaki disiplin savsamıştır. Nasıl olsa düşman alacaktı deyip ordunun hazinesini alıp kaçanlar Yeniçeri Ordusu’dur”
Program, soruların cevaplandırılmasının ardından teşekkürlerin iletilmesiyle sona erdi. 

Haber: Sedef Başak İKİEL
İÜ Kurumsal İletişim Koordinatörlüğü


Öne Çıkan Haberler

türk-futbolu darülfunun-dersleri

“İngilizler Yıllar Boyunca Türk Kırmızısının Peşinden Koştu”

eğitim prof.-dr.-adem-esen COVID-19

Prof. Dr. Adem Esen: “Dijital Eğitim, Öğrencilerle İrtibatı Kesmemeyi Sağladı”

türkçe-sertifika-programı ingilizce-kurs dil eğitim

İÜ Dil Merkezi'nde Online/Canlı Genel İngilizce Kursları ve Türkçe Sertifika Programı Başlıyor!

sosyoloji COVID-19

Doç. Dr. Ayşen Şatıroğlu, COVID-19 Pandemisinin Sosyolojik Etkilerini Değerlendirdi

uzay dünya-dışı-yaşam astronomi

Astronomi ve Uzay Bilimleri Bölümünden Dr. Öğr. Üyesi Sinan Aliş Dünya Dışı Yaşam Araştırmalarını Anlattı

darülfünun istanbul

Israr ve Kararlılıkla Kurulan Darülfünûn’un Serencamı