“2017 Anayasa Referandumunun Birinci Yılında Cumhurbaşkanlığı Sisteminin Yapılanması Sempozyumu” İstanbul Üniversitesi'nde Gerçekleştirildi

İstanbul Üniversitesi’nde düzenlenen “2017 Anayasa Referandumunun Birinci Yılında Cumhurbaşkanlığı Sisteminin Yapılanması Sempozyumu” kapsamında Adalet Bakanı Abdülhamit Gül tarafından “Vesayetçi Sistemden Demokratikleşmeye Türkiye’de Siyasi Sistemin Dönüşümü” başlıklı konferans verildi.


Adalet Bakanı Abdülhamit Gül: “Milletin Tercihini Ortaya Koyduğu Bir Anayasa Özlemi Her Zaman Dillendirilmişti”


İstanbul Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mahmut Ak: “İstanbul Üniversitesi, Üzerine Düşen Bilimsel Destek ve Katkıyı Yapmaya Hazırdır”


“2017 Anayasa Referandumunun Birinci Yılında Cumhurbaşkanlığı Sisteminin Yapılanması Sempozyumu”, 16 Nisan 2018 tarihinde İstanbul Üniversitesi Rektörlük Binası Doktora Salonu’nda Adalet Bakanı Abdülhamit Gül’ün katılımları ile gerçekleştirildi.


Sempozyum İstanbul Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mahmut Ak’ın açılış konuşması ile başladı.





“16 Nisan Referandumu Egemenliğin Millete Teslim Edildiği Bir Değişimin Başlangıcıdır”


İÜ Rektörü Prof. Dr. Mahmut Ak konuşmasına başlarken 16 Nisan 2017 tarihinde gerçekleştirilen Anayasa Referandumu’nun ülkemiz için büyük bir değişimi ifade ettiğini belirterek, “Çok partili dönemde yürürlükte olan 1961 ve 1982 Anayasaları, milli egemenliği doğrudan temsil eden kurumların, vesayetçi bir anlayışla denetim altında tutulmasına yönelik bir bakış açısıyla ve ara rejim koşullarında hazırlanmışlardı. Bu anayasal çerçeve demokratik cumhuriyetin gerçek anlamda hayata geçirilmesini dizginlemiş, Türkiye’nin siyasi ve ekonomik krizleri yönetme gücünü zayıflatmış ve ülkemizin ihtiyaç duyduğu halka sorumlu bir liderlik yapısının ortaya çıkmasını frenlemiştir.  16 Nisan Referandumu ilk kez demokratik ortamda, doğrudan halkın katılımı yolu ile Anayasal kurumların yeniden düzenlendiği, dolayısıyla egemenliğin millete teslim edildiği bir değişimin başlangıcı olmuştur” şeklinde konuştu.


Güçlü kurumlarla desteklenmeyen bir demokrasinin istikrarsızlık ve toplumsal çatışma doğuracağını ifade eden İÜ Rektörü Prof. Dr. Mahmut Ak konuşmasında şunları dile getirdi: “Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın talimatıyla uyum yasaları kapsamında gerekli değişimlerin hazırlanması için beş komisyon oluşturuldu. Bu kapsamda Yürütmenin Yapılandırılması Komisyonu, Kamu Personel Rejimi Komisyonu, Yerel Yönetimler Komisyonu, Siyasi Partiler ve Seçim Mevzuatının Uyarlanması Komisyonu ve Meclis İç Tüzük Komisyonu isimleri altında beş komisyon görüyoruz. Bu değişim sürecinde, Türkiye’nin en köklü bilim kurumu, güçlü bilimsel geleneğini Araştırma Üniversitesi kimliği ile pekiştirmiş bulunan İstanbul Üniversitesi, üzerine düşen bilimsel destek ve katkıyı yapmaya hazırdır. Bu kapsamda ilk etkinliğimiz “2017 Anayasa Referandumunun Birinci Yılında Cumhurbaşkanlığı Sisteminin Yapılanması” konulu sempozyumumuz ile gerek yeni sistemin Anayasal düzeyde getirdiği yenilikleri, gerekse değişimin Kamu Yönetimi, ekonomi ve dış politika yönetimi üzerindeki yansımalarını bilim insanlarının ve sürecin mimarlarının bakış açısıyla müzakere edilmesini amaçlamış bulunuyoruz.”


İÜ Rektörü Prof. Dr. Mahmut Ak’ın açılış konuşmasının ardından Adalet Bakanı Abdülhamit Gül tarafından “Vesayetçi Sistemden Demokratikleşmeye Türkiye’de Siyasi Sistemin Dönüşümü” başlıklı açılış konferansı verildi.


Adalet Bakanı Abdülhamit Gül, sempozyumun Türk hukuk ve demokrasi hayatına çok önemli katkılar sunduğunu belirterek, “Bu sempozyumda belirtilen görüşler ve müzakereler 2017 yılında kabul edilen anayasa değişikliğinin uygulanmasına yönelik bir rehber olacaktır. Bu gibi platformlar, müzakereler, anayasanın bir alt mevzuatını, uyum kanunlarını, ikincil mevzuatları ne şekilde olgunlaştırması gerektiği yönünde önemli bir platform oluşturacaktır. İstanbul Üniversitesi gibi çok köklü bir üniversitede böyle bir toplantının yapılıyor olması çok önem verdiğimiz bir durumdur. Bu toplantılardaki tüm görüşlerden istifade etmeyi bir borç biliyoruz.” Türkiye’nin bir yıl önce vermiş olduğu karar ile vesayetçi sistemden gerçek ve kurumsallaşmış bir demokrasiye geçiş anlamında tarihi bir dönüm noktası olduğunu belirten Bakan Gül, “Bu büyük yapısal dönüm noktalarının eleştirel ve çok önemli katkılarla zenginleşeceğini de önemsiyoruz” dedi.



“Milletin Tercihini Ortaya Koyduğu Bir Anayasa Özlemi Her Zaman Dillendirilmişti”


16 Nisan Referandumu ile gerçekleştirilen anayasa değişikliğinin siyasi tarihimizin en önemli reformları arasında sayılabileceğini söyleyen Bakan Gül konuşmasına şu şekilde devam etti: “Sivil ve demokratik katılımla, milletin temsilcileri olan mecliste kabul edilen bir önerinin yine milletin bizatihi kendisinin verileriyle kabul edilerek yürürlüğe girmesi çok önemli bir farklılığı ortaya koymaktadır. Yani milletin arzu ve iradesiyle hayat bulan sivil bir anayasa değişikliği olması gerçekten çok önemli bir değişimdir ve 16 Nisan’ı farklı kılan en büyük özelliklerden birisi budur. Esasen her türlü vesayet bağını çözecek reformlar uzun dönemlerde bir arayış içerisinde hep devam etmiştir. Darbelerden değil, milletimizin siyasi irfanından beslenen, hükümeti değil insanı referans edinen çağdaş bir anayasa milletimizin her zaman özlemiydi. Türkiye’nin geleceğine dair rüyası olan herkes tarafından Türkiye’nin darbelerden sonra darbeleri meşrulaştıran bir anayasa metniyle değil milletin ihtiyaçlarına göre, milletin tercihini ortaya koyduğu bir anayasa özlemi her zaman dillendirilmişti.”


“16 Nisan Tarihi Bir Fırsat Olmuştur”


Anayasaların partilere, bir konjonktüre, tarihin bir dönemine, toplumun bir kesimine bırakılamayacak kadar önemli metinler olduğuna işaret eden Bakan Gül konuşmasında, “Asla ve asla bir parti ya da birkaç parti merkezli bakılamaz. Ülke eksenli, ülkenin geleceği, tahayyürü, tasavvuru ve ülkenin demokratik, insan hakları, hukukun üstünlüğü merkezli, insanı esas alan bir anayasa mülahazası olması, elbette sonuç itibarıyla da zorunluluk gerektirmektedir. Sorun, temelde bir sistem, onun ötesinde bir anlayış ve zihniyet meseledir. Anayasal sistemimiz bugüne kadar kuvvetler ayrılığı prensibine etkin bir garanti sunamamış, bunun yerine sandıktan çıkan iktidar gücünün vesayet odaklarınca dengelenmesi imkânı sağlamıştır. Esasen demokratik bir sistemde kontrol-denge sistemi elbette zorunludur, demokrasinin olmazsa olmazıdır. Ama bugün uygulamada olan sistemde sandıktan çıkan iradenin, dengelemenin, baskılamanın belli bir vesayetçi anlayış tarafından baskılandığını görmekteyiz. İşte 16 Nisan, siyaseten bu anlamdaki bir reformu gerçekleştirmek için çok tarihi bir fırsat olmuştur.” Bakan Gül, bu reformu anlamlı ve değerli kılan unsurları sıralayarak, “Bu soruya cevap ararken, bu iklime gelen sosyal şartların, siyasal ve tarihsel tecrübelerin de hatırlanması gerekir” ifadelerine yer verdi.


Bakan Gül, Türkiye için bu sebepleri kaçınılmaz kılan unsurları sıralarken konuşmasını şöyle sürdürdü: “Birinci gerçek reform ve yenileşme çabalarının, ne tartışmalarıyla ne de uygulamalarıyla esasen yabancısı olmadığımız bir konu olduğudur. Türkiye’de, Türk modernleşmesinin en önemli kavşağı sayılan 1839’dan itibaren yenileşme, reform kavramları siyasetimizin temel gündemi olmuştur. Siyaseten iyinin daha iyisi, doğrunun daha doğrusu olduğu inancı her zaman korunmuştur. İşte bu Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin de daha doğru bir sistem kurma, mevcut sistemin eksik ve hatalarından, yapısal arızalarından kurtulma girişimi olarak değerlendirilmesi gerekir diye düşünüyoruz. Değişmez bir sosyal formül olan değişime bigane kalmak, üstelik üretim hatası olan siyasal formüllerde ısrar etmek elbette anlamsızdır. Behçet Necatigil’in sözleriyle, kitaplarda yazan başka, sokaklarda gezen başka olursa, durup düşünmek gerekir. Esasen çelişki, parlamenter sanılan sistemin parlamenter olmadığı ve bu çelişkinin giderilmesine yönelik bir reform adımının atılmasıydı. Türkiye’de bu topraklarda bir statükocu yaklaşımla evet böyle geldi, zaman, ihtiyaçlar, dünya değişiyor ama dünyanın değişimine karşı direnen bir anlayış hukuk formunda da asla kabul edilemez. Çünkü zaman geçtikçe elbette hükümler, kanunlar ve temel ilkelerin de değişmesi gerekir.”


“Darbeler Anayasal Sisteme Zarar Verir”


Bakan Gül, darbelerin Türkiye’nin ilerleme çizgisini kırdığını, anayasal sistemine hasarlar verdiğini vurgulayarak, “Bu anayasalar da hiçbir zaman özgürlüklerin ve milletin, insan haklarının savunucusu olamamıştır. Darbe yapılmış, millete rağmen oluşturulan iktidar adacığının korunması için bir anayasa metni ortaya konulmuş ve millete dayatılmış. İşte bu tecrübeden yola çıkarak, esasen uyguladığımız adına da hatalı biçimde parlamenter dediğimiz sistem içinde barındırdığı siyasi riskler nedeniyle kayıt dışı siyasete de zemin oluşturmuştur. Kayıt dışı işte bu siyasetin belirlediği makul sınırların aşıldığı her dönemde de sistem yeni müdahaleye zemin hazırlamıştır. İşte 15 Temmuz’un da anlamı bir yönüyle budur. Esasen 15 Temmuz bir vesayet girişiminin de ötesinde bir işgal girişimi olarak tarihe geçmiştir” ifadelerini kullandı.


“Bu Anayasa Değişikliği Bir Sebep Değil Bir Sonuçtur”


Bu işgal girişiminin, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan liderliğinde, milletin kararlığında, bütün devletin unsurlarıyla bertaraf edildiğini belirten Bakan Gül, FETÖ’nün devlet organizasyonu yönünde oluşturduğu ağır tahribatın, kurumsal yapıyı güçlendirmeyi, tahribatın yıkıma dönüştüğü yerlerde organizasyonu yeniden toparlamayı zorunlu hale getirdiğini söyledi. Bakan Gül, üçüncü bir gerçeğin de değişimin sabahtan akşama gerçekleştirilecek bir olgu olmadığını ifade ederek, “Siyasal, toplumsal yenilikler tavında dövülür, olgunlaşır. Bu 16 Nisan öncesi bir tarihte iki partinin oturup ‘Hadi anayasayı değiştirelim’ şeklinde bir değişim değildir. Bu 35 yıldır üzerinde yürünen milletin talebidir, bu anayasa değişikliği bir sebep değil bir sonuçtur” şeklinde konuştu.


1982 Anayasası’nın yürütmeyi ikiye bölen yapısının, hükümet krizinin ötesinde devlet krizini oluşturan bir düzenlemeye sahip olduğuna işaret eden Bakan Gül, “16 Nisan öncesi hukuken ve siyaseten sorumluluk vermediği Cumhurbaşkanına, parlamenter hiçbir sistemde görülmediği kadar yetkiler bahşeden bir sistem vardı. Yine koalisyon dönemlerinin siyasi kriz ve tecrübeleri ve yıllardır bu üniversite de başta olmak üzere hep tartışılan hükümet sistemleri konusu ve milletin beklentisi bu sebepler zincirini tamamlayan halkalar olmuştur. Yine bu hatalı kurgusu 2007’de önemli bir kırılmaya neden olsa da yine de esasen çok bir sonuç alınamamıştır” şeklinde konuştu.


Bakan Gül, 1982 Anayasası nedeniyle yürütmede yaşanan sorunları ve tıkanmaları da anlatarak, şunları dile getirdi: “Esasen 16 Nisan’ın ilk işaret fişeği 2007’de, 10 yıl önce bu krizlerle beraber verilmişti. 2007’de Cumhurbaşkanını halk seçsin iradesiyle zaten yapısal kusurlarla dolu olan parlamenter sistem daha da arafta kalmış, örselenmiştir. Bir melez hale dönüşen bir parlamenter sistem karşımıza çıkmıştır. Dördüncü husus, küresel ölçekte bir politik krizin giderek tırmandığı, bölgemizde ve dünyada suların ısındığı gerçeğidir. Türkiye bir Kuzey Avrupa’da, etrafındaki terör örgütlerinden azade bir ülke değil. Elbette birçok tehditlerle birçok enerji koridorunun, askeri, politik araçlarla kendi geleceğinin inşasında gören bir anlayışın, yine bölgemizdeki Türkmenlerin, Arapların ve Kürtlerin terör örgütlerinin saldırısının altında kaldığı, yine yüz yıl önce cetvel, kalemlerle bu bölgeyi dizayn edenlerin tekrar kalemlerini, cetvellerini aldığı bir dünyada yaşıyoruz. Batı toplumları da esasen güvenlik kaygıları üzerinden konsolide olmaktadırlar. Artık demokrasilerini, özgürlüklerini bile güvenlik ekseninde, güvenlik mi özgürlük mü diye bakıldığında güvenliği önceleyen bir Batılı toplumun, Türk, İslam, Doğu karşıtlığı bir anlayış içerisine girdiğini, yine Atlantik, Uzak Asya hattında ekonomik rekabetin kızıştığını, bölgesel, küresel ölçekteki gerilimlerin arttığını hep beraber yaşıyoruz. İşte 15 Temmuz’da esasen yine Türkiye’nin FETÖ terör örgütüyle yine DEAŞ, PKK, YPG terör örgütleriyle yine sistemli saldırılarına muhatap olması da bu tarihsel gerçeklikte elbette şaşırtıcı değildir. İşte bu tablo karşısında Türkiye olarak devlet organizasyonumuzu tahkim etmek bir zorunluluk halini almıştır.”


Bakan Gül konuşmasını sonlandırırken sempozyumda emeği geçen herkese ve sempozyumu zenginleştiren tüm katılımcılara teşekkür etti. Açılış konferansının ardından sempozyum iki oturum şeklinde gerçekleştirildi.


Cumhurbaşkanlığı Sistemi Tüm Detayları ile Ele Alındı


İki oturum şeklinde düzenlenen sempozyumda ilk oturum İÜ Hukuk Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Abuzer Kendigelen’in moderatörlüğünde gerçekleştirildi.



Oturumda Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Mehmet Uçum tarafından “Anayasa Değişiklikleri Kapsamında Yeni Sistem”, İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Saadet Yüksel tarafından  “Cumhurbaşkanlığı Sisteminde Denge-Denetim”, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Haluk Alkan tarafından ise “Yeni Sistemde Yasama Yetkisinin Anayasal Çerçevesi” başlıkları ele alındı.


“Referandum Temelde Bir Sistem Değişikliğini Getirdi”


Prof. Dr. Abuzer Kendigelen sempozyumdaki konuşmasında, İstanbul Üniversitesi çatısı altında düzenlenen böyle bir sempozyumda değerlendirme yapmaktan mutluluk duyduklarını dile getirerek şu ifadeleri kullandı: “2017 yılında yapılan referandum toplam anayasada yapılan 18 maddedeki değişiklik üzerinedir. Madde sayısı belki az gelebilir ama temelde bir sistem değişikliğini de beraberinde getiriyor. Türkiye’ye özgü olması ve Türkiye’ye özgü özellikleri barındırmasından dolayı ‘Cumhuriyet Sistemi’ olarak nitelendirilmesi çok daha isabetli olur. Anayasada yapılan bu değişiklik diğer onlarca kanunda da değişikliği bir zorunluluk haline getirdi. Bu konuda gerek hükümet nezdinde gerekse Cumhurbaşkanlığı nezdinde çalışmaların devam ediyor olması, anayasa değişikliğine ilişkin bilimsel toplantılarla destekleniyor olması anlamlı ve kayda değer bir husus. Anayasada yapılan değişikliklerin bir kısmı ‘Bağımsız Mahkemelerin yanında bağımsız ve tarafsız vurgusunun yapılması, Milletvekili sayısının 550’den 600’e çıkması, seçilme yaşının 25’den 18’e indirilmesi’ şeklindedir. Bunlar diğer anayasa değişiklikleri ile beraber kayda değer hususlar olarak belirlenmiştir. Esas kayda değer hususlar ise ‘Cumhurbaşkanlığı Sistemi’ olarak nitelendirilmeye yol açan anayasadaki değişikliklerdir.”


“Anayasa Değişiklikleri Kapsamında Yeni Sistem”


Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Mehmet Uçum sempozyumda “Anayasa Değişiklikleri Kapsamında Yeni Sistem” konulu bir konuşma yaptı. Başdanışman Uçum, konuşmasında: “16 Nisan 2017 değişikliği Türkiye’nin pozitif hukuk alanında Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana belki de gördüğü en kapsamlı, en derin değişikliktir. Altını çizerek belirtmek gerekir. 18 maddelik bir değişiklik fakat anayasada tam 69 maddeyi etkileyen bir değişiklikten bahsediyoruz. 21 maddenin de tümden yürürlükten kaldırıldığı bir değişiklikten söz ediyoruz. Bu anayasa değişikliği 2019 Cumhurbaşkanı seçimiyle birlikte yürürlüğe tam olarak girdiğinde 177 madde olan anayasamızın madde sayısı 154’e düşmüş olacak.  Bir zamanlar özlediğimiz daha kısa bir anayasa konusunda bu anayasa değişikliği de bir adım atmıştır. Anayasa değişikliği 2 kategoride yapıldı. Birinci kategori halkları güçlendiren değişikliklerdi, ikinci kategori ise hükümet sistemine ilişkin değişikliklerdi” dedi.



“Cumhurbaşkanlığı Sistemi Bir Demokratik Başkanlık Sistemidir”


Başdanışman Uçum, sözlerine şu şekilde devam etti: “16 Nisan anayasa değişikliği her ne kadar hükümet modeline ilişkin bir değişiklik esasını taşıyorsa da devletin bütün kuvvetleri açısından çok farklı ve derinliği olan birtakım düzenlemeleri de hayatımıza soktu. Burada büyük bir reform niteliğinde olabilecek değişikliği, hükümeti artık doğrudan halkın kurması olarak tanımlayabiliriz. Yaklaşık 1839’da başlayan reform sürecimiz açısından ele aldığımızda Türkiye’de halk ilk kez yönetim modeli konusunda kendi iradesiyle bir sistem değişikliği yaptı ve bu değişiklikte hükümeti doğrudan kurma hakkını elde etti. Bu son derece önemli çünkü dolaylı olarak hükümet kurulma modelinden doğrudan halkın iradesiyle kurulan hükümet modeline geçmiş durumdayız. En genel hatlarıyla Cumhurbaşkanlığı sistemi bir demokratik Başkanlık sistemidir.”


Çoğunluğun içinde çoğulcu destek almanın önemini vurgulayan Başdanışman Uçum, sözlerine şu şekilde devam etti: “Anayasa değişikliği tartışıldığı günlerde çok yoğun bir biçimde hükümetin kuruluşunda seçim modelinin ne olacağı ve tek türlü seçim ele alınmıştır. En çok oyu alan ilk turda başkan seçilsin görüşü getirilmiştir. İki türlü olsun ama seçilme oranları düşük olsun metotları ele alınmıştır. Meksika modeli, Arjantin modeli denmiştir ama nihayetinde mutabık kalınan oran yüzde 50’den fazlanın hükümetin kuruluşunda belirleyici olmasıdır. Yüzde 50 artı 1 diye formüle ettiğimiz bu model, siyaset için Türkiye açısından son derece önemli bir imkân açmıştır. Siyasetin normalleşmesi, siyasetin çoğulculuğunun hükümetin kuruluşunda merkeze geçmesi gibidir. Şunu demek istiyorum: Türkiye’de 50 artı 1 almak demek tek başına bir çoğunluk elde etmek değildir. Çoğunluğun içinde bir çoğulcu destek almak demektir. Çünkü Türkiye’de çok kimlikli bir sosyolojiye sahibiz bunun farkındayız ama tek bir kimlik üzerinden kendinizi tarif edin dediğimizde hiçbir sosyal grup yüzde 30’un üzerine çıkamamaktadır. Bunu dinsel, etnik, politik kimlik açısından hangi kimlik açısından ele alırsanız alın hiçbir grup Türkiye’de çoğunlukçu bir iradeyle 50 artı 1’i sağlayabilecek bir sosyolojik tabana sahip değildir. Bunun anlamı şudur. Hükümetin kuruluşunda 50 artı 1’i alabilmek için her kimlikten oy almak gerekir. Aslında 50 artı 1’i almak demek Türkiye toplumunun tamamından destek almak demektir. Yani her kesimden oy alacaksınız. Dolayısıyla Türkiye bu modele geçişle sadece siyasi istikrarı sağlamadı Türkiye bu modele geçişle sosyolojik istikrarı da güçlendirdi. Toplumsal bütünlüğünü de güçlendirdi. O yüzden hükümetin kuruluşu bakımından bu anayasal değişiklik Cumhuriyet’in kuruluşundan bugüne attığımız en önemli reformcu adımlardan birisi olarak gözükmektedir.”


“Yeni Sistemde Yasama Yetkisinin Anayasal Çerçevesi”


İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Haluk Alkan ise sempozyumda “Yeni Sistemde Yasama Yetkisinin Anayasal Çerçevesi” başlıklı bir konuşma yaptı.




Prof. Dr. Haluk Alkan konuşmasında Cumhurbaşkanlık sisteminin üç temel özelliğinden söz ederek: “Bunlardan birincisi yasamanın üstünlüğüne dayalı bir sistemdir. İkincisi yasamanın üstünlüğü sağlarken yürütmenin etkinliğini sağlayan bir sistem olmasıdır. Üçüncüsü ise her hükümet sisteminde kilitlenme sorunları vardır. Eğer Cumhurbaşkanlık sistemi altından bir Başkanlık sistemine geçiyorsak kilitlenmeyi önleyici bazı mekanizmaları da koymamız lazım sisteme. Bu açıdan Cumhurbaşkanlığı sisteminde, sistemin kilitlenmesini önleyecek bazı ek mekanizmalara yer verildiği görüyoruz” ifadelerini kullandı.


Prof. Dr. Haluk Alkan, sözlerine şu şekilde devam etti: “Birincisi neden yasamanın üstünlüğünü diyoruz? Başkanlık sistemlerinde yasamanın üstünlüğüne ağırlık verilecek. Birincisi seksenin üzerindeki alan münhasıran kanun alanındadır. Buna karşılık kararname alanı oldukça sınırlıdır. Bunun birinci özelliği bu. İkincisi meclisin salt çoğunlukla Cumhurbaşkanlık vetosunu aşabilmesidir. Başkanlık sistemlerinde bu genellikle 3/2’dir. Bazı sistemlerde 5/2’dir. Salt çoğunluk yani yarısından bir fazlası olması meclise çok ciddi bir avantaj sağlamaktadır. Üçüncüsü ise kararnamelerin kanun yoluyla ortadan kaldırılması yolunu açan bir sistemdir. Burada aynı sistem başka Başkanlık sistemlerinde yok ama 3/2 ile veto yetkisi verdiğiniz zaman, kararname alanını yasayla açabilmeniz çok zordur”.”


“Cumhurbaşkanlık Sistemi Kriz Yönetebilen Bir Sistem Olmak Zorundadır”


Yürütmenin etkili olmasının ne anlama geldiğini açıklayan Prof. Dr. Haluk Alkan, “Yürütmenin etkinliğini nasıl sağlayacağız? Yasamaya üstünlük veriyorsak o zaman yürütme pasivize mi olacak? Hayır, Cumhurbaşkanlık sistemi kriz yönetebilen bir sistem olmak zorundadır. Bu coğrafyada yaşıyorsak biz krizleri yönetebilmeliyiz. Bunu yaşadığımız yakın tarih ve geçmiş tarih çok net bir şekilde gösteriyor. Yürütme mekanizmasının oluşturulmasında seçimler Cumhurbaşkanından önce gelir. İkincisi belli sayıda üst kademe yöneticisi Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile belirlenecek. Usuller çerçevesinde Cumhurbaşkanı tarafından atanacak veya görevden alınacak. Yani bu sistem Cumhurbaşkanına kendi takımını kurma ve yönetme noktasında hem düzenleyici işlem hem de atama yetkilerini verecek. Üçüncü olarak bakanlıkların ve bağlı teşkilatların kararnameler ile kurulabilmesi mümkün olacak, yani esnek ve kurumsal modeller geliştirebilecek. Cumhurbaşkanı kararname ile o krizin gerektirdiği esnek düzenlemeleri yapabilecek. Son olarak merkezi yönetime bağlı kamu tüzel kişiliğinin Cumhurbaşkanı kararnamesiyle kurulabilmesinin önü açılıyor. Bunu federalizm ile karıştırıyorlar. Hayır, merkezi teşkilat içerisinde kamu hizmetlerinin daha etkili verilebilmesi için Cumhurbaşkanı gerekli kararname ile kamu tüzel kişiliği kurabilir. Bunlar yürütmenin etkililiğini sağlayıcı düzenlemeler olarak karşımıza çıkıyor” şeklinde konuştu.


Anayasada üç tane mekanizma olduğuna dikkat çeken Prof. Dr. Haluk Alkan, “Birincisi eş zamanlı seçim. Aslında bu seçim vatandaşa üç alternatif sunuyor. Ya uyumu esas al, Cumhurbaşkanı ile aynı görüşten bir parlamento çoğunluğu oluştur. Ya dengeyi esas al, Cumhurbaşkanını seç ve farklı bir birleşimle parlamentoyu oluştur. Üçüncüsü yakın zamanda bir seçim ile çalışabilir. Önce meclis belirlenir, meclis birleşimine göre halk ikinci tur oylamada kimin Cumhurbaşkanı olmasına karar verir. Oyumuzu atıp evimizde oturmaktan, üç alternatifli bir seçim yapma sürecine bu şekilde geçmiş oluyoruz. Vatandaş üç farklı alternatiften birini seçimlerde hayata geçirebilir ve kendisinden sonra sistemin nasıl çalışacağına karar verebilir” dedi.


“Meclis Kendisine Bırakılan 86 Alanda Kanun Yapmak Zorundadır”


Cumhurbaşkanı kararnamesinin bugünkü OHAL kanun hükmünde kararnamelerle hiçbir alakası olmadığını belirten Prof. Dr. Haluk Alkan, “Bunu yanlış anlıyorlar. Bunu birkaç yerde duydum, uyardım. Cumhurbaşkanlığı kararnamesi Cumhurbaşkanlık sisteminin doğal bir sonucudur. 1971’de bizim anayasa sistemimize gelen kanun hükmünde kararnameler 82 anayasasında da oldukça genişletilmiş durumundadır. Bu meclisin bir yerde kendinde olan bir yetkiyi yürütmeye genel bir düzenlemeyle devretmesidir. 91. madde anayasadan kaldırılmıştır. Dolayısıyla bizim meclisin alanındaki bir konuyu bir kanunla, kararname yetkisi devretmesi artık mümkün olmayacaktır. Meclis kendisine bırakılan bu 86 alanda kanun yapmak zorundadır. Bunun altını çizmemiz lazım. Dolayısıyla yasama alanının belirlenmesi gibi bir sorunumuz varsa, aslında 2017 yılında yapılan anayasa değişiklikleri kanun hükmünde kararnameleri yürürlükten kaldırarak meclisin yasama alanını oldukça genişletmiştir diyebiliriz” ifadelerini kullandı.


“Bu Mekanizmaların Asıl Amacı Halkın İradesinin Yansımasıdır”


Oturumda konuşan İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Saadet Yüksel ise “Cumhuriyet Sisteminde Denge” konulu konuşmasında: “Anayasal demokrasilerde yasama ve yürütme organları arasındaki ilişkilerin nasıl şekilleneceğine dair tercih, seçilen kuvvetler ayrılığı modelleri ile ortaya çıkmaktadır. Başkanlık, parlamenter sistem veya yarı başkanlık şeklindedir. Bu dengelerin nasıl kullanılacağı ve daha önemlisi yetki aşımına neden olmayacak şekilde icrasıysa benimsenen denge denetim mekanizmalarıyla sağlanabilecek. Biliyoruz ki bir devleti anayasalı devletten öte anayasal devlet yapan başlıca unsur, kuvvetler ayrılığı denge denetim mekanizmaları ile beraber uygulanıyor olmasıdır. Yasama ve yürütme organları arasında çatışma halinde bu mekanizmalar işletiliyor olsa da her iki organı da halkın yararına olacak şekilde uzlaşmaya yönlendirmeleri, yönetenlerin hesap verebilirliğini sağlamakta ve kilitlenmeleri açma işlevi göstermektedir. Bu saydığım işlevlerden dolayı denge denetim mekanizmalarını hem parlamenter sistemde hem de Başkanlık sisteminde görüyoruz. Bu mekanizmaların asıl amacı bir karar alınırken her iki organında katılması ve halkın iradesinin yansımasıdır” ifadelerine yer verdi.


İlk oturum İÜ Rektörü Prof. Dr. Mahmut Ak’ın, oturuma katılan konuşmacılara katılım sertifikalarını takdim etmesinin ardından sona erdi.


“Yeni Sistemde Kamu Yönetiminin Yeniden Yapılandırılması” Değerlendirildi


Sempozyumun ikinci oturumu ise İÜ Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Halis Yunus Ersöz’ün moderatörlüğünde gerçekleştirildi.



Oturumda Ak Parti Bursa Milletvekili Efkan Ala tarafından “Yeni Sistemde Kamu Yönetiminin Yeniden Yapılandırılması”, Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Birol Akgün tarafından “Cumhurbaşkanlığı Sisteminde Dış Politika Yönetimi”, İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sadık Ünay tarafından ise “Cumhurbaşkanlığı Sisteminde Ekonomi Yönetimi” konuları ele alındı.


“Temel Hedefimiz Türkiye’de Demokratik ve Siyasal İstikrarı Sağlamak”


Ak Parti Bursa Milletvekili Efkan Ala sempozyumda yaptığı konuşmada, “Temel hedefimiz Türkiye’de demokratik ve siyasal istikrarı sağlamaktır. Dünyada gelişmiş ülkeler dikkate alındığında hepsinin gelişmiş demokrasiler olması, istikrarlı bir siyasal sisteme sahip olmaları tesadüfi değildir” dedi. Her değişikliğin felsefesiyle beraber anılabileceğini anlatan Ala, paradigması 1960 ihtilaliyle ortaya konmuş bir anayasal sistem içerisinde, reform çalışmaları yürüttüklerini vurguladı.



Efkan Ala, “Tamamını da reforme etme hedefimizi yeni bir sivil anayasa olarak ortaya koymuşuz. Önemli değişiklikler yaptık. Çok önemli paradigma değişimleri burada var. Önemli sonuçlar doğuracaktır ama yapmak istediğimiz değişimlerin tamamını ifade ediyor olduğunu söyleyemeyiz” dedi.


Türkiye’nin siyasal sistemini kurarken yapması gereken çok iş olduğunu dile getiren Ala, şunları ifade etti: “Çok partili hayata geçtiğimiz andan itibaren, Türkiye’nin kalkındığı dönemleri dikkate aldığımızda bunlar 50’li, 80’li ve 2000’li yıllardır. Bu yıllar vatandaşlar tarafından hükümet liderinin adıyla anılmaktadır. Menderes, Özal, Erdoğan dönemi... Türk kamu yönetimi öyle kurgulanmıştır ki bugüne kadar istikrarı ve siyasal etkiyi karizmatik liderler sağlayabilmiştir. Sistem kendiliğinden hizmet, kalkınma, gelişmişlik üretemiyor. Ne zaman bir karizmatik lider iş başına gelirse siyasal gücüyle sistemi zorlayarak ülkeyi kalkındırıyor. Bütün veriler bunu gösteriyor.”


Cumhurbaşkanlığı Sisteminde Dış Politika Yönetimi”


Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Birol Akgün ise konuşmasında; “Bu değerli sempozyumu düzenleyen İstanbul Üniversitesi’ne teşekkür ediyorum ve Üniversite yönetimini kutluyorum. Dış politika iç yönetimden bağımsız bir şey değildir. Aslında her dış politika iç politikanın devamıdır. Esasen içerdeki siyasi ve sosyolojik imkânlar ne ise dışarıya da onlar yansıyor. Bir taraftan dış kamuoyuna ilişkin sonuç üretirsiniz ama bu dışarıya ürettiğiniz politikaların içerde de desteği olması lazım. Yani bir kaynağı, temeli olması lazım. Bu iki kamuoyu arasındaki ilişkiyi sağlayanlar da liderler ve politikacılardır. O liderler hem içeriye mesaj, söylem üretirler hem de aynı zamanda dışarıyı da dikkate almaları gerekmektedir” ifadelerini kullandı.


İç politika ile dış politika arasındaki mekanizmaların yapılış süreci hakkında bilgi veren Prof. Dr. Akgün, “Demokraside halkın rızasını ve onayını alan seçimlerle iş başına gelen yöneticiler halkı belirli bir süre yönetir, bunun tek bir biçimi yok. Artık 2017 referandumundan itibaren bir dahaki seçim yapılana kadar parlamenter sistem ana hatlarıyla devam ediyor ama biz şuan geçiş sürecini yaşıyoruz. İkinci olarak yarı Başkanlık sistemi ise Fransız modeli üzerinden tanımlanıyor ve nihayet Başkanlık sistemi var. Yasama, yürütme ve yargının kuvvetler olarak ayrıldığı bir sistem var. Türkiye’deki Başkanlık sistemiyle birlikte iç politika ve dış politikada liderin rolünün artması sadece Türkiye’ye özgü bir gelişme değildir” şeklinde konuştu.


“Cumhurbaşkanlığı Sisteminde Ekonomi Yönetimi”


İÜ İktisat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sadık Ünay ise konuşmasında 16 Nisan’da, böyle önemli bir günün yıldönümünde bu önemli sempozyumda bulunmaktan duyduğu mutluluğu dile getirerek, Aslında bir küresel sistem analizi yapmamız lazım. Cumhurbaşkanlığı sistemine doğru biz ilerlerken ülke olarak aslında çok büyük bir değişimin arifesindeyiz, buna hazırlanıyoruz, heyecanlıyız. Uluslararası rekabet sertleşiyor ve daha da sertleşecek. Belki siyasi çalışmalar askeri çalışmalara dönüşecek, zaman zaman bunları göreceğiz. Bölgesel hatta küresel çalışmalar daha fazla alevlenebilir” dedi.


Bu gelişmelerin ekonomi alanındaki yansımalarını değerlendiren Prof. Dr. Ünay konuşmasına şu şekilde devam etti: “Ekonomik olarak teknolojik savaşların, teknoloji casusluğunun, dijital savaşların, aklımıza gelebilecek ticaret ve finansla ilgili operasyonların, çok farklı unsurların kullanılabileceği bir döneme doğru gidiyoruz. Yani hassas bir döneme gidiyoruz aslında. Şimdi dünyadaki bu ortama baktığımız zaman bir de işin düşünce tarafı var. Yani ekonomik liberalizm sıkıntının içinde. Yani Trump Amerika’sı diyor ki ben uluslararası hegemonya olmanın getirdiği maliyetleri üstlenmek istemiyorum. Böyle bir dünyada özellikle yükselen güçlerin ne yapacağı çok önemli.


Oturum konuşmaları sonrası sempozyum soru-cevap bölümü ile devam etti.


Oturum, İÜ Rektörü Mahmut Ak’ın oturuma katılan konuşmacılara katılım sertifikalarını takdim etmesinin ardından sona erdi.


Haber: Eda FİDAN, Çağla KONAT, Burak BERKEL, Seray DELİGÖZ


Öne Çıkan Haberler

Ak-Parti-Bursa-Milletvekili-Efkan-Ala-İstanbul-Üniversitesi’ni-Ziyaret-Etti

Ak Parti Bursa Milletvekili Efkan Ala İstanbul Üniversitesi’ni Ziyaret Etti

Beyazıt-Kreş-ve-Anaokulu-Yıl-Sonu-Sergisi-Açıldı

Beyazıt Kreş ve Anaokulu Yıl Sonu Sergisi Açıldı

İÜ-Öğretim-Üyesi-Doç.-Dr.-Zeki-Candan-ve-Yüksek-Lisans-Öğrencisi-Mert-Yıldırım’ın-Sanayi-Projesi-Başarısı

İÜ Öğretim Üyesi Doç. Dr. Zeki Candan ve Yüksek Lisans Öğrencisi Mert Yıldırım’ın Sanayi Projesi Başarısı

İÜ-İletişim-Fakültesi-Dekanı-Prof.-Dr.-Ergün-Yolcu-27.-Dönem-İletişim-Fakültesi-Dekanları-Konseyi’ne-Seçildi

İÜ İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ergün Yolcu 27. Dönem İletişim Fakültesi Dekanları Konseyi’ne Seçildi

“Teknoloji-Transfer-Ofisleri-Yenilik-Çalışmaları-İstişare-Toplantısı”-Gerçekleştirildi

“Teknoloji Transfer Ofisleri Yenilik Çalışmaları İstişare Toplantısı” Gerçekleştirildi

İstanbul-Üniversitesi-İşletme-Fakültesi-50.-Yılını-Kutluyor

İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi 50. Yılını Kutluyor